Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 6’ncı Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, Cumhurbaşkanlığı’ndaki devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, “Seçim döneminde cumhurbaşkanlığının Kıbrıs Türk halkının evi olduğunu söylemiştik. Bugün hepiniz evinize hoş geldiniz” dedi.
Erhürman’ın konuşmasının tamamı şöyle:
Çok değerli konuklar,
Seçim döneminde “Cumhurbaşkanlığı, Kıbrıs Türk halkının evidir” demiştik, hatırlayacaksınız. Öncelikle hepinize “evinize hoş geldiniz” diyor; bugün burada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı olarak bu görevi ve sorumluluğu devralırken, beni ve sevgili eşimi yalnız bırakmadığınız için hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.
Öncelikle liderimiz Dr. Fazıl Küçük’ü ve kıymetli eşi Süheyla Küçük’ü; Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ı ve kıymetli eşi Aydın Denktaş Hanımefendi’yi rahmetle ve minnetle anıyorum.
2. Cumhurbaşkanımız Sayın Mehmet Ali Talat’a ve kıymetli eşi Sayın Oya Talat’a;
3. Cumhurbaşkanımız Sayın Dr. Derviş Eroğlu’na ve kıymetli eşi Sayın Meral Eroğlu’na;
4. Cumhurbaşkanımız Sayın Mustafa Akıncı’ya ve kıymetli eşi Sayın Meral Akıncı’ya;
ve bugün görevi kendisinden devralmakta olduğum 5. Cumhurbaşkanımız Sayın Ersin Tatar’a ve kıymetli eşi Sayın Sibel Tatar’a ülkemize ve halkımıza verdikleri hizmetlerden dolayı yürekten teşekkür ediyorum.
Aramızdaki sarsılmaz kardeşlik ilişkilerinin nişanesi olarak bugün, Türkiye Cumhuriyeti adına burada bizlerle birlikte olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’a huzurlarınızda bir kez daha “hoş geldiniz” diyorum.
Siyasi hayatım boyunca da, seçim sürecinde de sürekli halkımızı, yurttaşlarımızı dinledim. Bundan sonra da hep yurttaşlarımızla, halkımızla birlikte olacağım. Bu güzel ülkede insanlarımızın daha mutlu, daha umutlu, daha müreffeh bir yaşam sürmeyi hak ettiklerini düşündüm hep. Annelerimizin, babalarımızın, ninemizin, dedelerimizin verdikleri varoluş mücadelesinin sonrasında, çocuklarımıza ve torunlarımıza; Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, muasır medeniyet seviyesinde, insan onuruna yaraşır bir hayat sürecekleri bir ülkeyi bırakmanın borcumuz ve yükümlülüğümüz olduğunu yüreğimin en derinlerinde hissettim.
Biliyorum ki Kıbrıs Türk halkını, siyasi görüş ve parti ayrımı gözetmeksizin birleştiren en önemli unsur çocuklarımızdır. Bilinmesini isterim ki benim gözümde, annesi babası veya kendisi nerede doğmuş olursa olsun, bu topraklarda yaşayan her çocuk benim çocuğumdur. Ve Cumhurbaşkanı olarak birinci görevim, çocuklarımızın eşit, özgür, sağlıklı ve mutlu büyümeleri için gece gündüz demeden çalışmaktır.
“Şampiyon Meleklerimiz” ve bu ülkede kaybettiğimiz tüm çocuklarımız yüreklerimizde bir yaradır; ben bu yaranın hayatım boyunca kapanmayacağının bilincini taşıyorum. Gazze’de öldürülen binlerce çocuğun da Kıbrıs Türk halkının yürek yarası olduğunu buradan bütün dünyaya duyurmak istiyorum. Kaybettiğimiz çocuklarımıza borcumuzun ödenmesi elbette mümkün değildir; fakat bu gerçeğin bize, çocuklarımız için çok daha fazla çalışmamız gerektiğini hatırlattığını da biliyorum.
Bu ülkede varoluş mücadelesini çok ağır şartlarda, ağır bedeller ödeyerek veren büyüklerimize ve üzerine titrediğimiz çocuklarımıza karşı en önemli borcumuz; bu ülkeyi ve bu halkı dünyada hak ettiği yere taşımak, dünyayla buluşturmak; çocuklarımıza müreffeh, gelişmiş ülkelerin çocuklarına sağlanan olanakları sağlamaktır. Bunun için Kıbrıs Türk halkının bu ülkedeki hak ve çıkarlarını korumak ve gelecek nesillere aktarmak birinci vazifemizdir.
Bütün dünya bilmelidir ve bilecektir ki Kıbrıs Türk halkı, bu adadaki iki eşit kurucu ortaktan biridir. Bu adanın üzerinde ve etrafında her ne varsa, onda ortaktır. Güvenlik, enerji, hidrokarbonlar, deniz yetki alanları, ticaret yolları, Avrupa Birliği vatandaşlığı gibi alanlarda Kıbrıs Türk halkının iradesi olmaksızın karar alınması saygısızlıktır, mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkının bu adadaki egemenlik haklarına sahip çıkmak, hem bu halkın statüsünün gereği hem de varoluş mücadelesini veren büyüklerimize ve bu ülkeyi devredeceğimiz çocuklarımıza karşı yükümlülüğümüzdür.
Bir hukukçu olarak, derdim sözcükler ve kavramlardan ziyade içeriktir. Biliyorum ki insanlarımızdan “federasyon” diyenler de “iki devlet” diyenler de, az önce söylediklerim konusunda; Kıbrıs Türk halkının bu adadaki iki eşit kurucu ortaktan biri olduğu ve adanın etrafındaki her ne varsa onun da ortağı olduğu konusunda hemfikirdir. Yukarıda saydıklarım ortak yetki alanlarıdır ve yalnızca Kıbrıs Rum halkının egemenlik ya da yetki alanında sayılması mümkün değildir. Kıbrıs Rum halkı bu adada ne kadar egemense, Kıbrıs Türk halkı da o kadar egemendir. Bu adadaki bir Kıbrıslı Rum çocuk hangi haklara sahipse, bir Kıbrıslı Türk çocuk da aynı haklara sahiptir. Hidrokarbonlar üzerinde Kıbrıslı Rumların ne kadar hakkı varsa, Kıbrıslı Türklerin de o kadar hakkı vardır. Hiç kimsenin bu adada Kıbrıs Türk halkı yokmuş gibi davranmasını asla kabul etmeyiz. Herkes bilecektir ki Kıbrıs Türk halkı bu adada hep vardı, bugün de vardır ve bundan böyle de hep var olacaktır.
Kıbrıs Türk halkı çözüm iradesini, bu adanın tamamının garantörü olan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, defalarca bütün dünyanın gözü önünde ortaya koymuştur. Kıbrıs Türk halkı çözümden, müzakereden, masadan hiçbir zaman kaçmamıştır. Ama bilinmelidir ki bunca yaşanmışlıktan sonra “dostlar alışverişte görsün” diye müzakere etmek, benim halkımın kabul edebileceği bir şey değildir. Benim halkım “müzakere olsun” diye müzakere değil, “çözüm olsun” diye müzakere istemektedir.
Bu nedenledir ki Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğinin pazarlık konusu hâline getirildiği, zaman sınırlaması içermeyen, sonuç odaklı olmayan müzakerelerin; bir kez daha Kıbrıs Rum liderinin masayı terk etmesiyle sona ermesi durumunda bugünkü statükaya dönülmeyeceğinin baştan güvence altına alınmadığı bir zeminde, çözüm getirmesi baştan öngörülemez. Bu şartlar altında müzakere masasına oturmak zordur.
Bu bölgede kalıcı barış ve istikrar, Kıbrıslı Türkler ve bölgede garantör ülke Türkiye görmezden gelinerek sağlanamaz. O nedenle diğer garantör ülkelere, Kıbrıs Rum halkına, Kıbrıs Rum liderliğine ve bütün dünyaya çağrım; herkesin kazanacağı çözüme, kalıcı barışa ve istikrara odaklanmaktır. Ancak bilinmelidir ki bizi çözüme ulaştıracak müzakere masasının kurulmasını sağlayacak koşullar oluşmadığı takdirde, Kıbrıs Türk halkının çözüm iradesi bu kez de “güven artırıcı uygulamalar” ve somut işbirlikleri üzerinden hayata geçirilecektir.
Yeni geçiş noktalarından, var olan geçiş noktalarının rahatlatılmasına; Yeşil Hat Tüzüğü çerçevesinde ihracatta karşımıza çıkan sorunlardan, mülkiyet konusunda gündeme getirilen davalara; hâlâ yürürlüğe girmemiş olan Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nden, turizm alanında çıkarılan engellere; karma evliliklerden doğan çocuklarımızın Avrupa Birliği vatandaşlığı hakkından, adadaki dolaşım özgürlüğüne kadar pek çok konunun ele alınması; yeni ve yaratıcı güven artırıcı önlemlerin gündeme getirilmesi ve yurttaşlarımızın ihlal edilen haklarının korunması bizim için son derece önemlidir. Bu ve benzeri konular yalnızca Kıbrıs Rum liderliğiyle değil; Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Türk Devletleri Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kuruluşlarla da ele alınacaktır. Bu amaçla elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin, geçmişte olduğu gibi açılmasına yardımcı olacağı tüm diplomatik kanallardan yararlanılacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, başka herhangi iki devlet arasındaki ilişkilerle kıyaslanamayacak derecede özeldir. Bugüne kadar hiçbir Cumhurbaşkanımız, müzakere süreçlerini ve Kıbrıs sorunu ile dış politikayla ilgili diğer süreçleri, Türkiye Cumhuriyeti ile istişare etmeden yürütmemiştir. Bu elbette benim cumhurbaşkanlığım döneminde de değişmeyecektir. Benim görevim, Türkiye Cumhuriyeti–Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilişkilerini çok daha iyi bir seviyeye taşımak olacaktır.
Hep söylediğim gibi, Cumhurbaşkanlığı makamının yalnızca dışarıda değil; Anayasa ve mevzuat çerçevesinde içeride de görevleri vardır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir nüfus politikasının geliştirilmesi; kamu yönetimi ve başta eğitim ile sağlık olmak üzere kamu hizmetleriyle ilgili şikâyetlerin ve güvenlik endişelerinin azaltılması; kamu görevlerinde liyakatin esas alınması; beyin göçünün engellenmesi; göç eden gençlerimizin ülkemize dönüşünün teşvik edilmesi; hukukun üstünlüğüne saygı gösterilmesi; nicelik değil nitelik odaklı yükseköğretim; Taşınmaz Mal Komisyonu’nun sürdürülebilirliği ve mülkiyet düzeninin öngörülebilir kılınması, Cumhurbaşkanı olarak üzerinde hassasiyetle çalışacağım konuların bir kısmıdır.
Cumhurbaşkanının bu konuların bazılarında Anayasa ve mevzuattan kaynaklanan doğrudan yetkileri varken, bazılarında dolaylı ya da sorunların çözümüne ön ayak olmak şeklinde ifade edilebilecek yetkileri vardır. Benim açımdan önemli olan, halkımızın yaşadığı sorunların derdiyle dertlenmek ve çözüm için çaba sarf etmektir. Bu noktada bir kez daha söylemeliyim ki Anayasa’da Cumhurbaşkanına yüklenen “tarafsız olma, Kıbrıs Türk halkının bütününü temsil etme ve halkın tamamını kucaklama” görevi benim için en önemli görevdir. Beni yakından tanıyan halkımızın; hükümette hangi siyasi parti ya da partiler olursa olsun, hükümetle yarışa veya çatışmaya girmeksizin sorunların çözümü için azami gayret göstereceğimden; insanlarımız arasında asla ayrımcılık yapmayacağımdan ve yaptırmayacağımdan; hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlarımızın hak ve özgürlüklerine sahip çıkacağımdan kuşku duymayacağından eminim.
Konuşmamı bitirmeden önce Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak isterim. Seçim sürecinde de, seçim sonrasında da söyledim: Kıbrıs Türk halkı demokrasiyi içselleştirmiş bir halktır. Farklı siyasi görüşlerdeki yurttaşlarımız, en yoğun siyasi tartışmaları yaptıktan sonra oturup birbirleriyle sohbet edebilecek demokratik olgunluğa sahiptir. Bunlar asla kaybetmememiz, üzerine titrememiz ve hassasiyetle korumamız gereken; dünyaya örnek olabilecek hasletlerimizdir. Bu seçimin kaybedeni yoktur; kazanan Kıbrıs Türk halkıdır, çocuklarımızdır ve kardeşliğimizdir. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da Cumhurbaşkanlığı makamında bölünmemize, parçalanmamıza, kardeşliğimizin zedelenmesine asla izin vermeyeceğimi yüreğimin en derinlerinden söylemek isterim.
“Evinize hoş geldiniz” diyerek başlamıştım konuşmama. Evet, Cumhurbaşkanlığı halkın evi olacaktır. Bizim en büyük zenginliğimiz, nüfusumuzla kıyaslanamayacak ölçüde yetişmiş insan kapasitemiz, beşerî sermayemizdir. Sanatçılarımız, bilim insanlarımız, sporcularımız, üreticilerimiz, emekçilerimiz, iş insanlarımız, engellilerimiz… Sadece onlar değil; örgütlerimizle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarımız, sendikalarımız, sivil toplum örgütlerimiz; gençlik, kadın ve çevre örgütlerimiz; en fazla da gençlerimiz, en fazla da çocuklarımız… Hepimiz burada kendimizi evimizde hissedecek; birlikte çalışacak, birlikte üretecek; halkımızı ve ülkemizi yurt dışında hep birlikte temsil edecek; bu güzel ülkeyi daha güzel günlere hep birlikte taşıyacağız. Buna inancım sonsuzdur.
Bugün huzurlarınızda, sevgili eşim Nilden ve canımız oğlumuz Toprak ile büyük bir sorumluluk üstlenmiş bulunuyoruz. Bilin ki son derece müsterihim; çünkü bu yolu halkla birlikte, sizlerle birlikte yürüyeceğimize; çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz için hep birlikte çalışacağımıza; haklarımız için hep birlikte mücadele edeceğimize ve yol arkadaşı olacağımıza adım gibi eminim.
Halkla, sizlerle yol arkadaşlığı yapmak benim için onurdur. Bu halkın bir mensubu olmak benim en büyük gururumdur. Ve sizlere, bu halkın kendisiyle, ülkesiyle ve kurumlarıyla gurur duymasını sağlamak için sizlerle birlikte gece gündüz demeden çalışma sözü veriyorum.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle kucaklıyorum ve bir kez daha “evinize hoş geldiniz” diyorum. İyi ki varsınız, sağ olun.



